Haziranda neşeli bir cumartesi akşamüstü silüeti deniz yüzeyine vururken düşünmek on metre altındaki fena buruk karanlığı, ve bilmem kaç bin metrede uçak camından bakmak varken bulutlara , içinde bir garip düşme hissi , kasksız bir motosikletli hızla geçerken önünden özgürlüğe naziresiyle aklından geçenler midende bulantıyla karışık , açık bir gecede yıldızların ışıltısı değil gökyüzünde görebildiğin ikinci biranın ardından, soğuk siyahlık, ya öksürüğe tekabül eden her bırakıyorum şu zıkkımı fikrinin yerini alan sigara paketinin o ne tatlı açılan kısık jelatin sesi, çocukluğunun bir pazar gecesi mis gibi kokularla çıkmışken banyodan , kulağına çalınan bizimkiler dizisinin içini ezen jenerik müziği , ortaokulda sınıf askılığına asılı rengarenk güzelim montlardan gelen müphem kokuya alışık olmayan sözlü sırasının sana yaklaşma anı aklıma gelirken okuyorum ALBERT CAMUS'un şu satırlarını; " iki kere intihar fikri. İkincisinde, hala denize bakarken, şakaklarında ür...