Kısılan gözlerini dağlayan güneş yanığını,iyot esanslı marmara rüzgarına katık ediyordu.Kursağına bu sabah düşenler geçti aklından; dünden kalmış birkaç simit parçası, yeni yeni dadandığı gösterişli malikanenin çöpünden bulabildiği içiçe geçmiş akşam yemeği artığı ve tatlı niyetine başlarda hiç sevemediği karpuz kabuğu. Midesindeki tuhaf his için kendini suçladı, ne lüzumu vardı ki acelenin. Farkında olmadan yine büyük ihtimalle, sigara izmaritlerinide yutmuştu onca şeyin arasında.Su bile serinletmemişti denize soktuğu akılsız başını. Karşı cinsle de arası pek iyi sayılmazdı hani. Komik buluyorlardı kahkasını üstelik. Pek titiz olduğu da söylenemezdi. Geçenlerde ayağına limanda bulaşan mazotun yapışkan katran karası izi seçilebiliyordu belli belirsiz. Bir türlü vazgeçemediği, doğumundan beri tek arkadaşı olan ürkekliği onu iyice yalnızlığa sürüklemişti bunca olan yetmezmiş gibi. Ailesinden hatırlayabildiği ise silik, müphem, duygusuz bir avuç anı. Ne iyi olurdu diye geçir...